NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
أَبُو بَكْرٍ
وَعُثْمَانُ
ابْنَا أَبِي
شَيْبَةَ
قَالَا
حَدَّثَنَا
ابْنُ
إِدْرِيسَ
عَنْ
عُبَيْدِ
اللَّهِ عَنْ
أَبِي
الزِّنَادِ
عَنْ
الْأَعْرَجِ
عَنْ أَبِي
هُرَيْرَةَ
أَنَّ
النَّبِيَّ
صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
نَهَى عَنْ
بَيْعِ
الْغَرَرِ
زَادَ عُثْمَانُ
وَالْحَصَاةِ
Ebû Hureyre (r.a)'den
rivayet edildiğine göre;
Rasûlullah (s.a.v.);
kendisinde garar olan alışverişten nehyetti.
(Ravilerden) Osman buna,
beyu'l-hasâtı (çakıl taşı atma yoluyla olan satışı) da ekledi.
İzah:
Müslim, buyu'; Tirmizî,
buyu'; Nesâî, buyu'; İbn Mâce, ticârât; Dârimî, buyu'; Muvatta, buyu'
Garar, sözlükte;
"sonu belli olmayan kanma, kandırma, tehlike, içi bilinmeyen" gibi
manalara gelir.
Istılahtaki tarifinde
ise âlimler değişik ifadeler kullanmışlardır. Bu tariflerin en önemlileri
şunlardır:
İbnü'I-Esîr
en-Nihâye'de şöyle der:
"Garar olan satış;
zahirî olup müşteriyi aldatan, içi ise meçhul olan şeydir.
el-Ezherî, gararı şöyle
tarif eder: Uhde ve güven olmayan şeydir. Alıcı ve satıcının künhünü bilmedikleri
her türlü meçhulün satışı garardir."
Kâmus'ta,
İbnü'l-Esîr'in el-Ezherî'den naklettiği tarif verildikten sonra, denizdeki
balık ve havadaki kuşun satışı buna misâl gösterilmiştir.
Hattâbî,
"Garar"in kelime karşılıklarını verdikten sonra garar olan satışı
şöyle ifadelendirir:
"Kendisinden
kastedilen şey (satıma konu olan mal) bilinmeyen ve tesliminden aciz olunan
her türlü satış garardır. Sudaki balığı, havadaki kuşu, denizdeki inciyi, kaçak
köleyi, sahibinden kaçan deveyi, bir torbadaki açılıp görülmemiş elbiseyi,
açmadığı bir evdeki yiyecek maddesini, bir hayvanın henüz doğmamış yavrusunu,
bir ağacın daha çıkmamış olan meyvesini ve bunun gibi meydana gelip gelmeyeceği
bilinmeyen şeyleri satmak garardır."
Hanefî ulemasından
İbnü'l-Hümam da gararı şu şekilde tarif etmektedir:
"Garar:
Tehlikedir; kişinin sahibi olmayıp da sahip olup olmama şüphesi olan
şeydir."
Yukarıya aldığımız
tariflerin tümünden varabileceğimiz sonuç; garar, bir kimsenin sahibi olmadığı
ve ileride sahip olabileceği ya da ne kadarına sahip olabileceği belli olmayan
bir şeyi satmasıdir.'Bu satışın sonunda; malın hiç elde edilememesi, ya da
umulandan daha az olması sözkpnusu olduğu için müşterinin, umulandan daha
fazla olması mümkün olduğu için de satıcının aldanma ihtimali vardır. Bu yüzden
bu satışlara "aldanma" ve "aldatma" manasını taşıyan
"beyu'l-garar" denilmiştir.
Konuyu bir iki misâlle
açalım:
Bir balıkçı başkasına,
"Bugün avlayacağım balığı sana şu kadara sattım" veya bir avcı,
"Şu havadaki kuşu sana şu kadara sattım'" dese, karşı taraf da kabul
etse, bu satış garardır ve bâtıl (hükümsüz) dır. Çünkü birinci misâlde;
balıkçı, maliki olmadığı, elinde olmayan ve sahip olup olamayacağı belli
olmayan bîr şeyi satmıştır. İkinci misâlde de avcının kuşu avlayamama ve dolayısıyla
alıcıya teslim edememe ihtimali vardır. Halbuki satışın gerçekleşebilmesi
için; satıma konu olan şeyin mal, malın mevcud ve tesliminin mümkün olması
şarttır.
Misâlleri çoğaltmak
mümkündür. Zaten yukarıya Hattâbî'den yaptığımız nakilde daha çok misâl göre
çarpmaktadır.
Yukarıda gararın tarifi
ile ilgili yaptığımız nakillerin bir kısmında gararla cehaletin iç içe olduğu
görülmektedir. Meselâ Hattâbî, bir torbanın içindeki elbiseyi ve bir evdeki
gıda maddesini satmayı da garar mefhumu içerisinde göstermiştir.
HayreHdin Karaman,
Mukayeseli İslâm Hukuku adındaki eserinde, gararla cehaletin ayrı ayrı şeyler
olduğuna işaretle şöyle demektedir:
"Bazı fıkıhçılar
cehaletle garar kelimelerini aynı mefhum için kullanıyorlarsa da aşağıdaki
ifade bu iki terim ve mefhum arasında fark bulunduğunu göstermektedir:
Aslında garar, hasıl
olup olmayacağı bilinmeyendir; gökteki kuş, denizdeki balık gibi. Hasıl
olacağı, elde edileceği bilinmekle beraber vasfı bilinmeyene ise meçhul denir;
elbisesinin içinde gizlediği bir şeyi satmak gibi ki; bunun elde edileceği
kesindir, fakat ne olduğu bilinmemektedir. Bu iki mefhumdan her biri, diğerine
göre bir cihetten daha özel bir cihetten daha geneldir. Her biri diğeri ile
beraber bulunabileceği gibi, tek başına da bulunabilir. Cehaletsiz gararın
örneği kaçak köleyi satmaktır; mevzu kaçmadan önce bilindiği için meçhul
değildir; yakalanıp yakalanamayacağı belli olmadığı için garar vardır.
Gararsız cehaletin örneği; gördüğü, fakat cam mı yakut mu olduğunu bilmediği
bir taşı satın arfnaktır. Gördüğüne göre mevzu mevcuttur, garar yoktur, cinsini
bilmediği için cehalet vardır. Her iki mefhumun birleştiği örnek kaçmadan önce
de vasıfları bilinmeyen köledir."[Mukayeseli İslâm Hukuku, II, 166-167.]
Yine Hayreddin Karaman,
aynı eserinin aynı yerinde garar ve cehaletin yedi noktada sözkonusu
olabileceğini söylemekte ve bunları şöyle sıralamaktadır:
"1- Varlıkta:
Kaçak köle gibi.
2- Varlığı biliniyorsa
elde edilip edilemeyeceğinde (husulde): Gökte uçan kuş gibi.
3- Eşyanın cinsinde:
Adını söylemediği meta gibi.
4- Nev'inde: İsmini
söylemediği bir köle gibi.
5- Miktarda: Atılan
taşın düştüğü yere kadar satmak gibi.
6- Belirlemede (tayinde):
Farklı iki elbiseden
birini, -şudur diye göstermeden- satmak gibi.
7- Devam ve bekada:
Kurtulduğu belli olmayan meyvayı satmak gibi.[Mukayeseli İslâm Hukuku, II,
167.] Tarafların aldanmalarına sebep olabilecek her türlü gizlilik veya malın
elde olmaması, caiz
olmayan gararın hükmü altına girer mi, yoksa bunun istisnaları var mı konusu
ulema tarafından tetkik edilmiştir.
Şevkânî; bazı hadislere
dayanarak sudaki balığı, havadaki kuşu, mevcut olmayan meçhul olan şeyleri ve
kaçak köleyi satmayı "garar" olarak niteler ve Nevevî'nin şu
sözlerini nakleder:
"Garar olan
satıştan nehiy şeriatın esaslanndandır. Bunun altına birçok mesele girer.
Garar olan satıştan iki şey istisna edilmiştir:
1- Müstakillen satışı
caiz olmadığı için satılan mala tâbi olarak satılan şey. Ana ile birlikte
karnındaki yavrusunun satışa girmesi.
2- Önemsizliğinden veya
ayrılıp da tayin edilmesinde güçlük olan garar.
Şu satışlaf bu iki
istisnanın şümulüne girerler: Binanın temelini (bilinmediği halde bina ile
birlikte), hayvanın memesindeki sütü ve karnındaki yavruyu (hayvanla birlikte)
ve cübbede gizli olan pamuğu satmak."
Hayreddin Karaman da bu
konuyu el-Fürûk'dan naklen şu şekilde izah etmiştir:
"Garar ve cehalet
üç kısımdır:
1- İttifakla akdin
cevazına mani olacak kadar çok olan; gökte uçan kuş gibi.
2- İttifakla caiz görülen
ölçüde az olan; evin eşyası, hırkanın pamuğu gibi.
3- Bu ikisinin
ortasında bulunup birbirine katılamayan; işte bilginlerin ihtilâf sebepleri
budur."
Aynı kaynakda, İbn
Cevzî'den naklen yasak olan garar on madde halinde sıralanmıştır. Arzu eden oraya
bakabilir.
Hadis-i şerif, musannif
Ebû Davud'a, Ebû Şeybe'nin oğulları Ebû Bekir ve Osman tarafından
nakledilmiştir. Ebû Bekir, rivayetinde Hz. Peygam-ber'in sadece garar olan
alışverişi nehyettiğini bildirdiği halde, Osman; Efendimizin, "garar olan
ve çakıl taşı atmak suretiyle yapılan^ alışverişlerden nehyettiğini" haber
vermiştir. Hadisin Müslim ve İbn Mâce'deki rivayetleri de Osman'ın rivayeti
gibidir. Onun için biraz da "beyu'l-hasât" denilen, çakıl taşı atmak
suretiyle yapılan alışveriş üzerinde durmak istiyoruz:
Beyu'l-hasât;
Hattâbî'nin beyanına göre iki şekilde tasavvur edilmektedir:
1- Satıcının elindeki
taşı atması ve taş yere düştüğü zaman alım satım akdinin gerçekleşmiş
sayılması. Artık bundan sonra alıcının akdi kabul etmeme muhayyerliği kalmamış
oluyor.
2- Bir kimsenin, bir
sürü koyunu satışa arzedip, attığı çakıl taşı hangi koyuna değerse, o koyunun
önceden belirlenen fiata satılmış sayılmasıdır.
Hanefi fıkıh
kitaplarında bu satışa "ilkâu'l-hacer = taş atma" denilmektedir.
Îbnü'l-Hümâm bu satış şeklini ikinci maddede olduğu gibi tasavvur etmiş ve
misâlinde koyun yerine elbiseyi koymuştur.
Hidâye şerhlerinden
Nihâye'de bu satış şekli: "Satıcı veya alıcının taşı attığım zaman
alışveriş tamam olmuştur demeleri"; İnâye'de ise, "İki kişi bir malda
pazarlık yaparlar, -ancak pazarlık kesinleşmemiş, alım satım akdi
tamamlanmamıştır- satın almak isteyen o malın üzerine bir taş koyarsa alışveriş
bitmiş, karşı tarafın akdi kabullenmeme muhayyerliği kalmamış olur."
şekillerinde tefsir edilmiştir.
Hattâbî'nin
İbnü'l-Hümâm'ınki ile aynı olan tasavvuruna göre, bu satışın caiz olmayışına
sebep; satıma konu olan malın belli olmayışıdır. Çünkü taşın hangi mal üzerine
düşeceği belli değildir.
Diğer iki tasavvura
göre satışın caiz olmayışı ise; taraflardan birisi akdi kesin olarak
kabullenmediği halde, taşın düşmesi, atılması veya malın üzerine konulması ile
kabul etmek zorunda bırakılmış olmasından dolayıdır.
Fıkıh kitaplarında bu
mesele bundan sonraki hadiste konu edilen mülâmese ve münâbeze yoluyla yapılan
alışverişlere birlikte ele alınmakta ve bu iki şeklin cahiliye devrinde
uygulandığı bildirilmektedir.